SAHİH-İ MÜSLİM

Bablar Konular Numaralar  

ZEKAT BAHSİ

<< 992 >>

NUMARALI HADİS-İ ŞERİF:

 

34 - (992) وحدثني زهير بن حرب. حدثني إسماعيل بن إبراهيم عن الجريري، عن أبي العلاء عن الأحنف بن قيس. قال:

 قدمت المدينة. فبينا أنا في حلقة فيها ملأ من قريش. إذ جاء رجل أخشن الثياب. أخشن الجسد. أخشن الوجه. فقام عليهم فقال: بشر الكنازين برضف يحمى عليه في نار جهنم. فيوضع على حلمة ثدي أحدهم. حتى يخرج من نغضى كتفيه. ويوضع على نغض كتفيه. حتى يخرج من حلمة ثدييه. قال: فوضع القوم رؤوسهم. فما رأيت أحدا منهم رجع إليه شيئا. قال: فأدبر وأتبعته حتى جلس إلى سارية. فقلت: ما رأيت هؤلاء إلا كرهوا ما قلت لهم. قال: إن هؤلاء لا يعقلون شيئا. إن خليلي أبا القاسم صلى الله عليه وسلم دعاني فأجبته فقال: " أترى أحدا ؟ " فنظرت ما علي من الشمس وأنا أظن أنه يبعثني في حاجة له. فقلت: أراه. فقال: "ما يسرني أن لي مثله ذهبا أنفقه كله. إلا ثلاثة دنانير " ثم هؤلاء يجمعون الدنيا. لا يعقلون شيئا. قال قلت: مالك ولأخوتك من  قريش، لا تعتريهم وتصيب منهم. قال: لا. وربك ! لا أسألهم عن دنيا. ولا  أستفتيهم عن دين. حتى ألحق بالله ورسوله.

 

[ش (فبينا أنا في حلقة) أي بين أوقات قعودي في الحلقة. والحلقة. بإسكان اللام. وحكى الجوهري لغة رديئة في فتحها. (ملأ من قريش) الملأ  الأشراف. ويقال أيضا للجماعة. (أخشن الثياب... الخ) هو بالخاء. والشين معجمتين، في الألفاظ الثلاثة. ونقله القاضي هكذا عن الجمهور وهو من الخشونة. (فقام عليهم) أي فوقف. (بشر الكانزين) هم الذين يكنزون الذهب والفضة ولا  ينفقونها في سبيل الله. والمبالغ في ادخارهما يسمىكنازا. (برضف) الرضف الحجارة المحماة. الواحدة رضفة، مثل تمر وتمرة. (يحمى عليه) أي يوقد عليه. (من نغض كتفيه) النغض هو العظم الرقيق الذي على طرف الكتف. ويقال له أيضا: الناغض. (يتزلزل) التزلزل إنما هو للرضف. أي يتحرك من نغض كتفه حتى يخرج من حلمه ثدييه. (رجع إليه شيئا) رجع يتعدى بنفسه في اللغة الفصحى. قال تعالى: { فإن رجعك الله إلى طائفة منهم }. ويقال: ليس لكلامه مرجوع أي جواب. كما في المفردات. (فنظرت ما علي من الشمس) يعني كم بقي من النهار. (ذهبا) تمييز، رافع لإبهام المثلية. (لا تعتريهم) أي تأتيهم وتطلب منهم. يقال : عروته واعتريته واعتروته، إذا أتيته تطلب منه حاجة. (لا أسألهم عن دنيا) هكذا هو في الأصول: عن دنيا. وفي رواية البخاري: لا أسألهم دنيا. بحذف عن وهو الأجود. أي لا أسألهم شيئا من متاعها].

 

{34}

Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dediki): Bize îsmail b. îbrâhîm, Cüreyri'den, o da Ebû'l-Alâ'dan, o da Ahnef b. Kays'dan naklen rivayet etti. Ahnef şöyle demiş:

 

Medine'ye geldim bir defa ben, içlerinde Kureyş'in ileri gelenlerinden bir cemâat da bulunan bir halkada otururken son derece haşîn elbiseli, haşîn vücutlu ve haşin yüzlü bir adam çıka geldi. Cemâatin başlarına dikilerek:

 

«Mal biriktirenlere cehennem ateşinde kızdırılan taşlarla müjde!.. Bu taşlar onların her birinin memeleri ucuna konacak, tâ kürek kemiklerinden çıkacak; kürek kemiği üzerine konacak, memeleri ucundan çıkacak. (Böylece) çalkalanıp duracaklar.» dedi. Bunun üzerine cemâat başlarını indirdiler, onlardan hiç birinin bu adama cevap verdiğini görmedim. Müteakiben adam dönüp gitti. Ben de peşinden takip ettim. Nihayet bir direğin yanına oturdu, (kendisine),

 

  «Zannetmem ki bu zevat, senin kendilerine söylediklerinden hoşlanmamış olmasınlar.» dedim; O zat şu cevabı verdi:

 

  «Hakikaten bunların hiç bir şey'e aklı ermiyor. Dostum Ebû'l-Kaasim (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) beni çağırdı, ben de kendisine icabet ettim. (Bana):

 

  Uhud'u görüyor musun? dedi.

 

Akşama ne kalmış, diye baktım. Bir haceti için beni gönderecek zannediyordum.

 

  (Evet) görüyorum... dedim. Bunun üzerine:

 

  Bunun kadar altınım olmasını bunlardan üç dînâr müstesna olmak üzere hepsini infâk etmiş olmamı arzu etmem buyurdu. Sonra bunlar dünyâyı topluyorlar, hiç bir şey'e akılları ermiyor!» dedi. »Ben;

 

  «Seninle kardeşlerin Kureyş arasında ne var ki onların yanına uğramıyor ve onlardan bir şey almıyorsun?» dedim. O zât:

 

  «Rabbine Yemin ederim ki, taa Allah ve Resulüne kavuşuncaya kadar ben onlardan ne dünyalık isterim, ne de kendilerine din nâmına bir şey sorarım!» dedi.

 

 

35 - (992) وحدثنا شيبان بن فروخ. حدثنا أبو الأشهب. حدثنا خليد العصري عن الأحنف بن قيس. قال:

 كنت في نفر من قريش. فمر أبو ذر وهو يقول: بشر الكانزين بكيّ في ظهورهم. يخرج من جنوبهم. وبكيّ من قبل أقفائهم يخرج من جباههم. قال ثم تنحى فقعد. قال قلت: من هذا ؟ قالوا: هذا أبو ذر. قال: فقمت إليه فقلت: ماشيء سمعتك تقول قبيل ؟ قال: ما قلت إلا شيئا قد سمعته من نبيهم صلى الله عليه وسلم. قال قلت: ما تقول في هذا العطاء ؟ قال: خذه فإن فيه اليوم معونة. فإذا كان ثمنا لدينك فدعه.

 

[ش (من قبل أقفائهم) أي من جهة مؤخر رؤوسهم. (قبيل) مصغر قبل، مبنيا على الضم لانقطاعه عن الإضافة. وهو ظرف في القول. أي ما الذي قلته آنفا].

 

{35}

Bize Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dediki): Bize Ebü'l-Eşheb rivayet etti. (Dediki): Bize Hûleyd-i Aşari, Ahnef b. Kays' dan naklen rivayet etti. Ahnef şöyle demiş:

 

Kureyş'den bir cemâat içinde bulunuyordum. Derken oradan Ebû Zerr geçti; şunları söylüyordu:

 

«Mal biriktirenlere sırtlarının dağlanmasını müjdeliyorum! Bu dağlama (nın eseri) yanlarından çıkacak. Bir de kafaları tarafından dağlanacaklarını müjdeliyorum. Bu(nun eseri) de yüzlerinden çıkacak.»

 

Sonra Ebü Zerr bir kenara çekilip oturdu. Ben (yanındakilere)

 

  «Bu zât kim? diye sordum.

 

  «Ebû Zerr'dir.» dediler. Hemen kalkarak yanına gittim ve;

 

  «Az evvel söylediğini işittiğim şey nedir?» dedim. Ebû Zerr,

 

  -Ben onlara ancak Nebileri (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'den işittiğim bir şeyi! söyledim.» dedi. Ben:

 

  «Şu İhsan mes'elesi hakkında ne dersin?» diye sordum;

 

  «Sen, onu al. Çünkü bu gün onda bir nafaka var. (Yapılan) ihsan dînin karşılığında verilirse onu bırak.» dedi.

 

 

İzah:

Bu hadîsi Buhârî «Zekât» bahsinde tahrîc etmiştir.

 

Ekseri rivayetlerde burada olduğu gibi gelen zât hakkında «haşin» tâbiri kullanılmış ve «elbisesi son derece haşin, vücûdu son derece haşîn, yüzü son derece haşin.» denilmişse de, Kaabisi'nin rivayetinde «Haşîn» yerine «Hasen» tâbiri kullanılarak: «Saçı güzel, elbisesi güzel, kılık kıyafeti güzel.» denilmiştir.

 

Ayni birinci rivayeti daha doğru bulmakta ve: «Çünkü Ebû Zerr'in    kıyafetine ve tutumuna lâyık olan budur.» demektedir.

 

Hadisin ikinci rivayetinden anlaşılıyor ki: Birinci rivayette «Haşîn kılıklı» diye tavsif olunan zât Hz. Ebû Zerr-i Gıfârî (Radiyallahu anh) imiş.

 

Ebû Zerr (Radiyallahu anh)'ın asabı müjde ile ifâde etmesi tehekküm kabilindendir. Nitekim Teâlâ Hazretlerinin

 

«Onları azâbla müjdele» âyet-i kerîmesi de böyledir.

 

Nevevi diyor ki: «Zahirine bakılırsa Hz. Ebû Zerr kendi mezhebine ihticâcda bulunmak istemiştir. Onun mezhebine göre: İnsanın ihtiyâcından fazla her şey'i «kenz»'dir.

 

Hz. Ebû Zerr'in mâ'ruf olan mezhebi budur. Ama ondan, başka kavil de rivayet olunmuştur. Sahih olan cumhur kavline göre ise «Kenz»: Zekâtı verilmeyen mal'dır. Zekâtı verilen mal az olsun, çok olsun kenz değildir.»

 

Kaadı İyâz: «Sahih olan şudur ki: Hz. Ebü Zerr'in inkârı Beytü'l-Mâl'den kendileri için mal alıp da, onu yerli yerince infâk etmeyen sultanlar hakkındadır.» demiş fakat Nevevi buna İtirazla: « Iyaz'in bu söyledikleri bâtıldır. Çünkü Ebû Zerr zamanında Sultanlar bu sıfatta değildiler. Onlar Beytü'l-Mâl'e hiyânet etmemişlerdir. Onun zamanındaki sultanlar Ebû Bekir, Ömer ve Osman (Radiyallahu anh) idi. Kendisi Hz . Osman zamanında 32 târihinde vefat etti.» mütâlâasında bulunmuştur.

 

Bâzıları bu hadîsin Ebû Zerr'e mevkuf olduğunu iddia etmişlerse de, Ebû Zerr (Radiyallahu anh)'ın: «Ben, onlara ancak Nebileri (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'den işittiğim bir şey'i söyledim.» demesi bu kavli reddeder.

 

Yine Hz. Ebû Zerr, müphem bıraktığı: «Onların hiç bir şey'e aklı ermiyor.» cümlelerini rivayetin sonunda: «Onlar ancak dünyâyı topluyorlar.» diyerek tefsir etmşitir. Zira dünyâ malını toplamakla meşgul olanlar, kendilerini mal yığmaktan meneden kimsenin sözünü anlamazlar. Hz. Ebû Zerr, Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) için «Dostum» tâbirini kullanmaktadır.

 

Resulullah {Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in. «Yalnız üç dînâr müstesna...» diyerek infâkına razı olduğu üç dînâr Kurtubî'nin beyânına göre biri ailesi, diğeri köle azadı, üçüncüsü de borç içindir.